Serap Şule KALIN

#gücünüfarket


Cemiyetin Üç Rüknü;Aile, Devlet, Millet

Türk tarihinin kökü ve dinamik çekirdeği Türk aile düzeni idi. 

Devlet teşkilatının küçük örneği de bu bitip tükenmeyen enerji kaynağı idi. 

Türk devletlerinin özelliklerini de devletleri kuran bakanlarda değil, 

eski Türk ailesinin düzen ve zihniyetinde aramak lazımdır. (Ögel, 1971, s. 18)

İnsanın gözünü ilk olarak açtığı yer ailesidir. Hayata dair birçok değeri, kimliği, karakteri aile içerisinde şekillenir.  Aile ve kültür ilişkisini değerlendirdiğimizde birbirinin taşıyıcısı özelliğinde olmaları konusunun altını da çizmemiz gereklidir. O sebeple bu önemli ve toplumun gelişiminde hayati öneme sahip olan konuların öncelikle münferit olarak tanımlarını yaparak başlamamızda fayda vardır. Her iki kavramında temel niteliklerini belirttiğimizde aralarındaki kıymetli bağlantıyı da büyük oranda anlatmış oluruz. 

Her toplum temel yapısını oluşturan ailelerden meydana gelir. Sağlam, güçlü ve sağlıklı bir toplumun teşekkül etmesi için güçlü, düzenli ailelerin oluşması gereklidir.  Aile yapısının sağlam bir düzende devam etmesi için toplumu düzenlemek gereklidir. O sebeple Anayasamızın, Ailenin Korunması başlığını taşıyan 41. maddesinde “Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlanmasının öğretimiyle uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar” hükmü yer almıştır.

T.S Eliot’a göre “Kültür bir bütün olarak toplumun mahsulüdür. Hayatı yaşamaya değer yapan şeydir.” Ziya Gökalp’e göre “Kültür yalnız bir milletin dini, ahlaki, estetik, lisani, iktisadi ve fenni hayatların ahenkli bütünüdür” 

Bu tariflerden hareketle kültürü bir millete, aileye ve dolayısıyla fertlere şahsiyetini kazandıran diğer milletlerle ortak ve farklı yönleri ortaya çıkarmaya yarayan maddi ve manevi değerlerin bütünü olarak görebiliriz.

Bütün bunlardan hareketle aileyi kültür üzerindeki taşıyıcı etkisiyle değerlendirdiğimiz zaman manevi kültür, inançlar, değerler, normlar ve kültür konularından oluştuğunu görürüz. Kültürle ilişkisi bakımından aile nesilden nesle nakledilirken süreç içerisinde değişime uğramakla birlikte, Türk milli kültürü özelinde değişik dönemlerde benzer özellikler de gösterebilmektedir. Bozkır kültürü dediğimiz, aslına en yakın Türk Kültürü içinde cemiyet şeklini ortaya koyabilmek için bazı imkanlara da sahibiz. Bu hususta Gök-Türk topluluğu sosyal bünyesi herhalde hareket noktası vazifesini görebilecektir. Ana kaynağımız Orhun kitabelerinde geçen,konu ile ilgili tabirler meseleye ışık tutacak durumdadır.(Kafesoğlu, 1997, s. 219)

Orhun Abideleri ve Aile 

Anneyi, babayı ve aileyi hep birlikte ele alan ve tanımlayan ifadeler Türk medeniyetinin en önemli yazılı kaynağı olan Orhun kitabelerinde yer almıştır. 

“Yukarıda Türk Tanrısı, Tiirk(iin) mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş, Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem îlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmış olacak… Türk milletinin adı sam yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi, o Tanrı, kağan (olarak) oturttu tabiî “

Oğuz destanında, Oğuz Han şöyle diyordu: “Kun tuğ bolgıl, kök kurıkan!” Yani: “Güneş, tuğumuz, bayrağımız olsun; gök de çadırımız!” derken Gök kubbeyi devletin, çadırı ise ailenin örtüsü olarak gördüğü bilinmektedir. Bu sebeple devlet ve aile intizamı arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Ailelerin sağlam ve dengeli olduğu toplumun genelinde de aynı uyumun devam edeceğine değinilmiştir. 

Ya da “Türk ailesi devletin ve ordunun temelidir. Bu sebeple Türk ailesini yalnız folklarda değil, Türk tarihinin gelişmesi içerisinde aramak gerekir” sözlerinin sahibi Bahaeddin Ögel’in de Türk ailesinin bu özelliğine değinmektedir. (Ögel, 1971, s. 239)

Türk ailesindeki uyum ve birliktelik çok eski zamanlardan kalma bir kültür kodlamasıdır. Anneye, babaya, büyüklere saygı ve aynı zamanda “İki atanın hakkı birdir” sözüyle doğrulanan, evlendiği kişinin annesine, babasına karşı da aynı saygı ve sevgi içerisinde olunmasını işaret eden sözlerde kadim kültürümüzün en önemli parçalarındandır. O zaman teşekkül eden ve sağlıklı bir Oğuz toplumunun kurulması hususunun ön plana çıkarılarak, aile içerisindeki sağlıklı iletişim ve saygının de en üst seviyede olduğu görülmektedir. Evlatların analarına karşı olan yükümlülükleri, Tanrı’ya karşı olan yükümlülükleri kadar kutsaldır.

Eski Türk ailesi hukuk töre sistemi çerçevesinde korunmuştur. Atalardan gelen bu miras bütünlük içerisinde aynı boydan gelenler tarafından bütünlük içerisinde korunmuştur. 

 

Dede Korkut Hikayeleri

Dede Korkut hikayeleri Türk evlilikleri ve aile yapısı hakkında çok önemli bilgileri değinmektedir. Dede Korkut hikayeleri kadınları 4 bölüme ayırarak o dönemin kültürü, yaşayış şekli ve toplum nizamı açısından da bazı ipuçlarını bize sunmaktadır. 

Dede Korkut kadınları; Solduran Soy, Dolduran Soy, Bayağı Kadın ve Evin Dayağı olmak üzere dörde ayırmıştır. Bunlardan ilk üçü ile evlenmenin uygun olmayacağını ama “evin dayağı kadın” ile evlenmenin ise insana mutluluk getireceğini belirtmiştir. (Ergin, 2017, s. 76-77)

“EVİN DAYAĞI/DİREĞİ odur ki, kırdan uzaktan eve bir konuk gelse, er adam evde olmasa, onu yedirir, içirir, ağırlar, azizler gönderir. O, Ayşe Fatma soyudur Hân’ım. Onun bebekleri büyüsün. Ocağına bunun gibi avrat gelsin!“ sözleriyle de bunu desteklemektedir. Dede Korkut’un, hikayelerinde Burla Hatun, Banu Çiçek ve Selcen Hatun gibi karakterlerle anlattığı bu kadınlar, soylu ve erdemli, evinin/ocağının sorumluluğunu taşıyan iyi bir anne, at binen kılıç kuşanan cesur, dürüst ve konuksever, aynı zamanda kocasının kendisine akıl danışıp sığınabildiği iyi birer eştir. Ayrıca evlenecek olan kızlara da damatlardan çeşitli isteklerde bulunabileceklerini ve yine kızların tasvip etmedikleri evliliklerin gerçekleşmemesi için damat tarafının yapamayacağı şartlar öne sürebileceğini bildirmiştir. 

Genel olarak Eski Türk Toplumu

Eski Türk toplumunda aile, ilk sosyal birlik olan kan akrabalığı esasına dayanıyordu. Eski Türk ailesi “Geniş aile” şeklinde görünmekte ise de aslında “Küçük aile” tipinde kurulu bulunması akla daha yatkın gelmektedir. Dıştanevlenmenin (exogamie) esas olduğu “sulta “ya değil “veliyete” dayanan baba hukukunun geçerli bulunduğu Türk ailesinde evlenen oğullar hisselerini alıp yeni aile kurmak üzere çıkarlar. Baba evi ise en küçük oğula kalırdı. (Kafesoğlu, 1997, s. 220)

Evlenme veya evlendirme terimleri, evlenen erkek veya kızın baba ocağından ayrılarak ayrı bir ev (aile) meydana getirdiğinin ifadesidir. (Kafesoğlu, 1997, s. 221)

Ziya Gökalp Türkiye Türklerin aile hayatını da başlıca dört kısma ayırmıştır. Boy, Ocak, Konak ve Yuva ailesi olarak belirtilmiştir. Sonuç olarak eski Türk ailesinin karakteristik yapısını kısaca özetlersek, eski Türk ailesi kan akrabalığına dayalı pederi aile tipidir. Geniş aile yapısına değil küçük aile yapısına sahiptir. Meraların ve ormanların ortak kullanılmasına karşın, kullanılan her türlü teçhizat ve konut özel mülkiyete aittir. Kadın toplumda ve aile içerisinde hürdür, özgürdür ve özel mülklerinde her türlü tasarruf hakkına sahiptir. Türklerde yakın akraba ile evlenmeye rastlanmamıştır. 

Ailede doğan çocukların satılması ya da öldürülmesi gibi olaylar asla görülmemiştir. 

Ayrıca kadınların statüsü zamanın medeniyetlerine göre oldukça iyi bir düzeyde seyretmiştir. Kadınlar siyasi ve idari olarak yönetici olarak yer aldıkları, elçileri, devlet adamlarını, yabancı heyetleri kabul ettikleri, gerekirse diplomatik olarak bu tür toplantılara başkanlık ettikleri çoğu kaynakta karşımıza çıkmaktadır. Tarihin her döneminde Türk Kadınının aile içerisinde annelik ve eşlik sıfatlarının dışında çok önemli görevler üstlendiği görülmektedir. 

 

Eski Türklerde Türk kadını bir taraftan devlet yönetiminin her kademesinde görev alırken, diğer taraftan aile içinde çocuğun terbiyesi, ailenin mali işleriyle ilgilenmesi, çadırın kurulması, çorap örmesi, süt sağması, peynir ve tereyağı yapması, elbise dikmesi işleri de yapmaktaydı. (Sümer, 2017, s. 404)

Selçuklu Döneminde Aile ve Evlilikler 

Selçuklu döneminde hanedan mensuplarının evleneceği kişileri seçerken devletin menfaatleri doğrultusunda seçtiği görülmektedir. Genellikle evliliklerinde bozulan devlet ilişkileri düzeltmek ya da var olan ilişkilerin daha iyi bir düzeyde tesisi için gerçekleştirildiği gözükmektedir. Hepimizin de bildiği gibi Türkler başta Çinliler olmak üzere,Bizanslılar, Abbasiler gibi devletlerle evlilik gerçekleştirerek devletin bekası ve bütünlüğü ya da korunması konusunda evlilik yaparak bağlar kurmaya çalışmışlardır. 

Selçuklu hanedan üyelerinin kendi aralarında yaptıkları ilk evlilik Çağrı Bey’in kızı Gevher Hatun ile Yunus’un oğlu Erbasan arasında olmuştur (Turan, 2021, s. 222).Bu evlilik sonucunda Tuğrul Bey üzerindeki nüfuzu artmış ve çok önemli görevlerin ifası vazifesi de kendisine verilmiştir. Erbasan, Tuğrul Bey zamanında aldığı önemli görevler nedeniyle evlilikten beklentilerini elde etmiştir. 

Daha sonraki dönemlerde Sultan Alparslan’ın oğlu Melikşahile Yakuti’nin kızı Zübeyde Hatun arasında da evlilik olduğu görülmektedir. 

Daha sonraki dönemlerde de buna benzer evlilikler Selçuklu devleti içerisinde gerçekleşmiş olup, bu evlilikler ile tabi-metbu ilişkisinin sağlamlaştırılması amaçlanmaktadır. Bu sağlamlıklar neticesinde de evlilikler bekletenlerini karşılamaktadır. 

Selçuklu hakanlarının, devlet işlerinde hatunları ile istişare ettiklerini, onların fikirlerini önemsediklerini mevkiiler verdikleri bilinen bir gerçektir. Selçuklu sultanlarından Tuğrul Bey’in zevcesi Altun-can, Alp Arslan’ın hemşiresi ve El-basan’ın karısı Gevher, Melikşah’ın zevcesi meşhur Terken, Melikşâh’ın oğlu Mehmed Tapar’ın eşi Gevher ve ‘yeryüzü melikesi unvanını taşıyan Sultan Sancar’ın hatunu Terken, siyasi askerî faaliyetlerde bulunan, devlet işlerinde büyük yetkilere sahip hatunlardır.

Sultan Melikşah üzerinde ve devlet işlerinde çok nüfuzu bulunan; güzel, akıllı ve sonsuz ihtirasları olan Terken Hatun ise, iç savaşlarla neredeyse Selçuklu İmparatorluğu’nun parçalanmasına sebebiyet veren menfi bir örnektir. (Turan, 2021, s. 223-224)

Ayrıca Anadolu kurulup gelişen Bacıyan-ı Rum (AnadoluBacıları) teşkilatının da Ahi Evran teşkilatı gibi esnaf yapılanmasının içerisinde kurulan, dünyanın ilk kadın teşkilatı olma gerçeği de bu döneme aittir. Çoğunlukla savaşan eşlerinin bulunmadığı dönemlerde hem Moğol istilasına karşı pusatlanıp, at binip savaşmayı da öğrenen kadınlar olmaları gerçekliği bir tarafa, diğer yandan da biçki, dikiş ve gön (deri) konusunda da uzmanlaşarak ticari hayata da katkıda bulunmaları ve ayrıca aile ekonomisine ciddi destek oldukları da görülmüştür. 

Osmanlı Aile Yapısı 

Osmanlı İmparatorluğu 600 yıldan fazla olan tarihinin, her aşaması, her döneminde Türk töresinin ve İslami unsurların sentezini yansıtan, 3 kıtaya hükmeden bir imparatorlukla erkeğinin yanı sıra kadınının da katkısını yadsıyamayacağımız bir dünya devleti gerçekliğidir. 

Çoğunlukla haremden ibaret gibi gözüken ve yansıtılan Osmanlı kadınları, kurmuş oldukları vakfiyeler ve yardımlaşma cemiyetleri ile günümüzde bile hala varlığını gösteren birçok yapılanmanın içerisinde bulunmuşlardır. Sosyal devlet olma gerçekliği içerisinde gerek şahıslarına aitolan bütçe ile camii, medrese, kervansaray ve vakıflar kurmuş, gerekse harem içerisindeki diğer hatunları da bu sosyal yardımlaşma konularına gönendirerek Osmanlı İmparatorluğu içerisinde gelecek nesillere de uzanacak bir köprü görevi üstlenmişlerdir.

Harem içerisindeki eğitim sistemine tabii olmuşlar ve Enderun’da olduğu gibi yedi ya da sekiz yıllık bir eğitim sürecinden geçmişlerdir. 

Osmanlı aile yapısında özgün örneklerden birisi de hanedan aile yapısıdır. Özellikle harem kurumu, bu aile yapısı şeklinde temel belirleyici durumundadır. Toplumsal sınıflanmanın oluşturduğu bir başka aile şekli ise ulema aile şeklidir. Belirli bir eğitimden geçerek yönetim kademelerinde görev almayı başaran bu seçkin zümrenin sosyal yaşamı ve aile yapısı reayadan farklı şekillenmiştir. Yine hukuki olarak olmasa da fiili (de facto) olarak gayrimüslim soylular da ayrı bir sosyal tabaka olarak incelenebilir. (Ortaylı, 2018, s. 30-50) Osmanlı toplumsal yapısındaki çeşitlenme etkisini farklı günlük yaşamda aile şekillenmesi üzerinde de göstermiştir. 

Osmanlı Devleti’nde aristokratik bir yapılanma olmadığı için var olan yapı tamamen Şer’i hukuka ve Türk töresine dayanmaktadır. Ayrıca Osmanlı’da aile devlet müdahalesinden uzak bir kurumdur.

Osmanlı hanedanında erkek ise, Kanunname-i Ali Osman’a göre “harem” içerisinden çok kadınla evlenebilme hakkına sahiptir. Osmanoğulları sülalesinin hâkimiyet kalıpları da özgündür. Hanedanın azalığı, evlilik kuralları, padişah çocuklarının ve soyun devamı için geliştirilen usul ve adetler Osman oğulları hanedanına özgün kurallardır.

Ancak taşra ve alt sosyoekonomik tabakalar da bulunan toplum yapıları arasında tek evlilik esastır. 

Ayrıca üretimin ve birlik ve beraberliğin sağlanması açısından çekirdek aileden ziyade geniş ailelilerin bulunduğu görülmektedir. Üç kuşağın bir arada bulunması hem güvenliğin hem de geleneksel aile yaşamı içerisinde günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılamayı sağlamıştır. 

Ayrıca aile bağlarının korunması en çok önem verilen konulardan bir tanesiydi. O dönemde boşanmalar hiç hoş karşılanmazdı. 

 

 

Yenileşme Dönemi, Cumhuriyet

Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kayıpları yaşadığı son dönemlerde gerileme ve bir nevi çöküş süreci yaşanmıştır. Bu noktada bilgi, beceri ve yeniliklerin öğrenilmesi anlamında yurtdışından ve özellikle batıdan elçiler ya da öğrenciler gönderilmiştir. Batı’dan öğrenilen birçok konu ile Osmanlı aile hayatından da birçok değişiklik yaşanmıştır. Hakların talep edilmesi, eşlerin rolleri ve görevleri, ailenin ülke için önemi gibi hususlar ön plana çıkmıştır. Osmanlı’nın son döneminde özellikle ortaya çıkan ve Cumhuriyet’in ilanı ile devam eden süreçte aile ve kadın konuları en fazla değişiklik gösteren başlıklar olarak önümüze gelmektedir. 

Cumhuriyet öncesi dönemde özellikle II. Meşrutiyet ile birlikte kadınların yavaş yavaş siyasete ilgi duymaya başladığını görüyoruz. Bu dönemde kız çocuklarının sınırlı bir eğitim hakkından yararlanmaya başlaması ile birlikte aydın bir kadın grubu ortaya çıkmıştır. Ardından kadını toplumsal ve ekonomik hayata katmayı hedefleyen küçük çaplı kadın hareketleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak toplumdaki ataerkil yapı, gelenekler ve dini algılar bu hareketlerin önünde önemli bir engeldi. Bu nedenle Cumhuriyet öncesinde kadının durumunda geniş çaplı bir değişim sağlanamamıştır. (Yüceer, 2008, s. 131) Cumhuriyet dönemi ile birlikte ise Mustafa Kemal öncülüğünde bu değişim aşamalı olarak sağlanmıştır. 

Atatürk’ün “Daha endişesiz ve korkusuzca, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur.” sözleri Cumhuriyetimizin en büyük kazanımı olarak gördüğümüzkadınlarımız konusundaki düşüncelerini net olarak ortaya koymaktadır. Sonrasında yapılan değişiklikler ve özellikle kadınlar konusundaki köklü reformlar bunun örneğidir.  Atatürk’ün fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir dediği gerçeklikten hareketle Gökalp’in yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin teorisyeni olarak kadın, aile, kadın-erkek eşitliği gibi konulardaki görüşleri ile Medeni Kanun’a giden yoldaki değişim sürecinde etkili olmuştur. Ziya Gökalp “Eski Türkler hem demokrat hem de feminist idiler” sözleri ile aslında ev hayatına hapsolmuş kadını evden çıkarmak, ona toplumsal hayatta yeni bir yer açmak temeline dayanır. Nitekim sonraki yıllarda seçme ve seçilme hakkı ile başlayan süreçte, medeni kanun ve diğer reformlarla kadın ve aile hususunda büyük yol kat etmemize vesile olmuştur. Cemiyetin üç esas üzerine yükseleceğine inanan Ziya Gökalp; Aile, Devlet ve Millet üçlemesi ile aileyi diyanet yuvası olarak tanımlamaktadır. Kadını aynı zamanda medeniyet bayrağı taşıyan kişi olarak görür. 

Cemiyetin üç rüknü var: Birincisi aile!

Bu diyanet yuvasını kuran sensin, kadındır.

Medeniyet bayrağını sensin alan ilk ele,

Altın harfle yazılacak ona senin adındır.

şiiri bu gerçekliğe işaret etmektedir. 

 

Her durumda kadın-erkek eşitliğini savunan Gökalp, kadını evin esası, dolayısıyla da toplumun üzerinde yükseldiği kişi olarak görür. Bu nedenle kadının ev hayatındaki işlerini küçümsemez, aksine evin düzenlenmesinde ne kadar önemli olduğunu vurgular. 

Cemiyet bir uzviyetse

Ailedir hüceyresi

 

Gönül tatlı bir cennetse

Eve bakar penceresi

dörtlüğü ile de aile hayatının güzelliğinden ve olması gereken seyrinden bahsetmiştir. 

İnsanın değer yargıları, hayata bakışı, düşünce sistemi, kişiliği, şahsiyeti gibi hayatını devam ettirebilme ve toplum içerisinde nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren gerçeklikler bir toplumun sahip olduğu kültürel değerler ile doğru orantılıdır. Sahip olunan değerler toplumla ilişkilerini düzenleyerek zamanla oluşacak dengeleri sağlar. Bu sebeple bu dengeyi sağlayacak en ehil birim ailedir. 

Kültürü kuşaktan kuşağa aktaran ve kendinden olan bireylere aktaran kişiler ise anne ve babalardır. Kültür aktarımı ve devamlılığı anne ve babalar üzerinden çocuklara sağlanır. Bir aile içerisinde kültür unsurlarında arıza olması devam eden süreçte yetişecek bireyin sağlıksız olmasını ve kültürel olarak doğru kodlanamamasını sağlar. O sebeple aile toplumların gelişiminde en önemli paydaya sahiptir. Ailesinden gerekli olan maneviyatı alamayan bireyler ilerleyen yıllarda mutsuz ve bir yanı eksik olarak yoluna devam etmek durumunda kalır.  Bu sonuç ilk aşamada sadece bireyi etkiliyor gibi gözükse de toplumun genelini etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkar. İnanmışlık, aidiyet ve ruh meselesi olması gereken görgü ve terbiye ailede doğru bir şekilde gelişir ve bina edilirse istenen amaca ulaşılmış olur. İstenen kıvama gelememiş ve tekâmülevresi içerisinde yarım kalmış ya da hiçbir rahle-i tedrisat içerisine dahil olmamış bireyler zaman içerisinde hem mensubu olduğu aileye hem de genelinde içerisinde bulunduğu topluma büyük zararlar verecektir. 

Her ne kadar kültür yansımaları değişen zaman ile birlikte farklılıklar gösterse de sağlam temeller üzerinde inşa edilen ve kuşaktan kuşağa, nesilden nesle sağlıkla aktarılan değerler, hem eğitime, hem de sosyal ilişkilere yansıyacaktır. 

Kaynakça

Ergin, M. (2017). Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.

Kafesoğlu, İ. (1997). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Ötüken.

Ögel, B. (1971). Türk Kültürü’nün Gelişim Çağları. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Ortaylı, İ. (2018). Osmanlı Toplumunda Aile. İstanbul: Timaş Yayınları.

Sümer, F. (2017). Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri – Boy Teşkilatı – Destanları. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.

Turan, O. (2021). Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Mediyeti.İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Yüceer, S. (2008). Demokrasi Yolunda Önemli bir Aşama: Türk Kadınına Siyasal Haklarının Tanıması. U.Ü Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 131-151.

 



Yorum bırakın

Serap Şule Yavuz KALIN, 1981,Kayseri.
Erciyes Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı, Beijing Language and Culture University Chinese Language, Erciyes Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Yüksek Lisans, Dil Bilimci, Çince,İngilizce Yeminli Tercüman, Siyasetçi, Yazar.Evli, 1 çocuk annesi.

Newsletter